Geçtiğimiz hafta sonu oynanan Galatasaray – Trabzonspor maçında yaşanan olaylar sonrası Salih Dursun tarafından karşılaşmaya damga vuran bir eylem yapıldı. Büyük bir çoğunluk eylemi haklı buldu ve bazı kulüpler bile sosyal medyadan yapılan eylemi destekleyici açıklamalar yaptı (Bursaspor). Benzer bir durum 2001 yılında oynanan Galatasaray – Gençlerbirliği maçında yaşanmış, Hagi atılan golün iptal edilmesi nedeniyle yan hakeme itiraz etmiş, hakem Erol Ersoy’un üst üste çıkardığı sarı kartlar neticesinde kırmızı kart görmüş ve hakemin üzerine yürüyüp ayağına basmış, yüzüne tükürmüştü. Beşiktaş – Samsunspor ve Fenerbahçe – Galatasaray takımları arasındaki maçlarda da çok sayıda kırmızı kart çıkmış hakem kararları haftalarca tartışılmakla kalmamış, her fırsatta tekrar tekrar dile getirilmişti. Buradaki asıl sorun hakem sorunu mudur? Evet, sorunun bir parçası da budur. Ancak asıl sorun bireyselliğin (özellikle başkanların diktatör yönetimi) ve bireysel başarının ön planda olması, kurumsal yapılanma, kurum kültürü vb. özelliklerin oluşturulmamış olmasının neticesinde Türk futbolunun marka değerinin olmamasıdır.
Kulüplerde kurumsallık tartışması seksenlerin sonunda farkında olmadan başlamıştı. Doksanların başında, doğru yönetim, doğru profesyonel seçimi, disiplin kurallarının doğru uygulanması ve karşılıklı saygının yerleştirilebildiği takımlara “Takımda kolej havası hâkim” denirdi. Aslında bu herkesin görev sınırlarının çizildiği bir yapının basitçe kurgulanmış haliydi. Ama bu yapı genelde kötü gidişat olduğu takdirde yapıyı kuran kişilerin istifası ile çökmekteydi. Çünkü aslında olması gerektiği gibi kurumsal yapının üzerinde değil, kişilere bağlı anlık kararların üzerine inşa edilen bir yönetim şekli mevcuttu. Kurumsal yapının kurulması fikri güçlü bir şekilde Aziz Yıldırım tarafından 1998 yılında ortaya atıldı. Günümüzde kurumsallığa en yakın spor kulübü olarak Fenerbahçe görülse de aslında futbol takımının durumunun hiç de öyle olmadığı aşikârdır. Peki, amatör branşlarda (voleybol, basketbol, masa tenisi vb.) bu kadar başarılı olan bir spor kulübü futbolda neden başarılı olamıyor? Çünkü diğer branşlar sporun içerisinden gelen profesyonellere teslim edilmiş, başkan tarafından branşla alakalı çok fazla bilgi sahibi olunmadığı için kurumsal bir yapıda yönetim müdahalesi olmadan yönetilmektedir. Futbol ise ata sporumuz olduğundan ve herkesin net şekilde profesyonel futbolcu/teknik direktör olmasından kaynaklanan “Ben bile daha iyi yönetirim” söylemine duyulan inançla yönetilmektedir. İş adamları sıkıcı hayatlarını renklendirmek, kulüplerin marka gücünden faydalanmak ve bu sayede daha fazla tanınmak, daha da ötesi bir nevi çocukluk hayalini gerçekleştirebilmek için bağlılık duyduğu kulübü yönetme noktasında futbol camiasını ele geçirmiş durumdalar.
Bu noktadaki asıl sorun ise kendi şirketlerini yönettikleri kurumsallıkta ve marka bilincinde kulüpleri yönetmemeleridir. Holdinglerinde beş yıllık üretim, pazarlama, İK stratejilerini yapanlar, kulüplerin bir haftalık yönetim stratejisini bile çıkarmaya gerek duymamaktadırlar. Kısacası sektörün içinde yetişmemiş, kulüpleri borç içerisinde bırakıp kendilerine ya da kendileri gibi iş adamlarına muhtaç bırakan bir yapı oluşturulmuştur. Federasyon da, onun atadığı MHK de özgür olmadığından ve aynı zihniyet tarafından yönetilmesi nedeniyle Türk futbolu kurumsallaşamamış, marka değeri yaratılamamış neticesinde ise popülist eylem ve söylemlerin rağbet gördüğü çarpık bir düzen oluşmuştur. Taraftarlar da bu ortama çanak tutmuştur. Parayı alırken profesyonel olan oyuncular, iş ahlakında amatör davranmışlardır. Kötü giden bir sezonda taraftarına hoş gözükmeye çalışan futbolcular da zaman zaman bu tür popülist yaklaşımlar içerisinde haysiyet cellatlığına soyunmuşlardır. Neticesinde ciddi bir ligde hakeme kırmızı kart gösterilmesi saygısızlığı (ne kadar kötü yönetilmiş olursa olsun) tüm toplum tarafından kınanıp lisans iptaline varacak ağırlıkta cezalar verilebilecekken, bizde destek ve takdir toplamaktadır. Tıpkı Hagi’ye verilemeyen ceza karşısında, İngiltere Ligi’nde taraftara (dikkat hakeme değil) atılan tekme sonucunda Eric Cantona’nın neredeyse futbol hayatının bitmesine neden olacak altı aylık men cezası alması gibi.
Türk futbolunun marka değerinin artması için gerekenler açıkça kurumsallıktan geçmektedir. Kişilerden bağımsız yönetimler, kimseye gebe olmayan kurumlar oluşturulmalıdır. Futbol, futbol sektörünün içerisinden gelenlerle yönetilmelidir. Diğer büyük liglerde olan tamamen budur. Yeni yollar keşfetmeye gerek yoktur. Tabii ki Avrupa’nın en büyük liglerinde iş adamlarının sahip olduğu kulüpler de mevcuttur. Ancak aradaki önemli fark “sahip olmak” kelimesidir. Kulüp iş adamının cebinden çıkan para ile yönetildiği için kendi şirketlerinde nasıl bir profesyonel yönetim anlayışı varsa aynı kurumsallığı kulüplerine de taşımışlardır. Türk futbolunun kurtuluşu ve marka değerinin arttırılması için hem federasyonun hem de kulüplerin gerçek anlamda kurumsallaşıp, kurum ve marka stratejilerini belirlemeleri şarttır.