Deprem felaketi ile karşılaşıp büyük üzüntü yaşadığımız bugünlerde hepimize umut veren en önemli noktalardan birisi halkımızın gösterdiği dayanışma oldu. Sosyoekonomik statüsü ne olursa olsun tüm insanlarımız depremzedelere yardımcı olabilmek için çalıştı. Çocuklarımızın kimisi kumbarasındaki parayı yolladı, kimisi elindeki çikolatasını… Sonuç olarak bu toprakların en büyük özelliklerinden birisi olan zor durumlarda duygusal hissiyatla hızlı reaksiyon gösterme refleksi birçok insanımızın ihtiyaçlarına çözüm oldu, hayatlara dokundu. Ancak durum soğuduğunda herkes kendi gerçekliğine döndüğünde ne olacak? Kabul etmek istemesek de ateş düştüğü yeri yakacak. Daha önceki felaketlerde olduğu gibi…
Yardımları sürekli kılacak en büyük gücümüz aslında tartışmalı olan veya insanların güvenemedikleri yardım dernekleri değil, şirketlerimizin sosyal sorumluluk projeleri. Daha önce birçok firma sosyal sorumluluğu bir tür trend olarak görmüştü. Bu nedenle yapmak için yapılmış içi boş, komşular alışverişte görsün mantığıyla yüzlerce sosyal sorumluluk projesi “yapıldı” olarak görüldü. Ama gerek büyük markalar gerekse bağlı bulundukları holdingler gerçek anlamda insana dokunan sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmeye başladı. Trend olduğu düşünüldüğü zamandan topluma fayda yaratmalıyız düşüncesine geçilen süreç günümüzde çalışanların bile markayı tarttığı bir teraziye dönüştü. Bu deprem felaketinde birçok profesyonelin yer aldığı Linkedin gibi platformlarda kabaca yapılan anketlerde bile insanların çalıştığı firmaların deprem konusunda gösterdiği hassasiyeti ve yardımları değerli ve yeterli bulması markaların artık sosyal sorumluluğu eskisinden çok daha fazla içselleştirdiğini, organizasyon kabiliyetinin arttığını gözler önüne seriyor. Bunun sebeplerinden birisi de çalışan ve çalışan adaylarının topluma dokunan firmalarda çalışmak, toplum için değer üreten bir organizasyonun parçası olmak istemesidir. Her zaman söylediğimiz gibi markalar kendi kültürü ile birlikte içten dışa büyüyen organizmalardır ve toplumsal fayda üretmek bu kültürün içten içe kendisini zorladığı bir gelişim türüdür.
Son deprem felaketinden sonra Türkiye’nin markalarının artık çok daha güçlü bir şekilde topluma katkı sunacak, ayakları yere sağlam basan sosyal sorumluluk projeleri üretmesinin vakti geldi. Hep beraber el ele vererek hep toplumsal duyarlılığı doğru yönlendirmek hem de toplumun ihtiyaç duyduğu veya duyacağı yardım ve dayanışmayı anlık reflekslerle değil planlanmış sosyal sorumluluk politikaları ile sürdürülebilir kılmamız bir hedef olarak içimizde büyümeli.